Görüp duyduklarımız, dokunup tatdıklarımızdan keyif almak kısacası hazdan uzak kalmamak önemlidir. Önemlidir çünkü, kendimizi ne kadar iyi hissedersek hayattan o kadar keyif alırız, sağlığımız o oranda güçlenir.
Oysa “ yeni hayat ”, işimizi her gün biraz daha zorlaştırıp yaşantılarımızı hızla yavanlaştırıyor. Bizi biz olmaktan çıkarıp, kendi keyifsiz ve renksiz sıradanlıklarının içine hapsediyor. Duygularını dışa vuramayan, eğlenip neşelenemeyen, canı istediğinde gürültülü bir kahkaha atamayan durgun ve mutsuz insanlar haline getiriyor. Boş zamanlarımızı çalıyor, duygularımıza yasaklar sınırlamalar koyuyor. Kısacası ‘ hazzın ayıp olduğu’ bir dünyada yaşıyoruz. Birbirimizi görmüyor birbirimize dokunmuyor, dinlemiyor, anlamıyor, eğlenmekten, keyif odaklı kaçamaklardan yani haz peşinde koşmaktan korkuyoruz. İşin kötüsü bunu birazda biz doktorların abuk sabuk önerileri nedeni ile yani ‘ daha sağlıklı olmak ve daha uzun yaşamak’ adına yapıyoruz! Hazla olan ilişkimizin kopma noktasına gelmesinde tıbbi terörizminde önemli bir rolü var. “ Şunu yeme, bunu içme, o saatte yat, bu saate kalk , şu kadar yürü, bu kadar hopla ve zıpla “ derken, veya “ biraz daha çok kazanayım, azıcık daha yükseleyim, daha da çoğuna sahip olayım” gibi anlamsız hedefler peşinde koşarken hazzı ıskalıyor, önümüzden geçip giden pek çok keyifli anı, sesi, nefesi, tadı, görüntüyü fark etmiyoruz.
HAZ SAĞLIĞA GÜÇ VERİR
Aşağıdaki satırları başucu kitaplarımdan biri olma özelliğini hiç kaybetmeyen “Sağlıklı Hazlar/Robert Ornstein-David Sobel” isimli kitaptan aldım. Yazarlar “sağlıklı olmaya ve sağlığı sürdürmeye” farklı bir pencereden bakmışlar ve “nasıl daha uzun, daha iyi, daha enerjik yaşayabileceğimiz ve sağlıklı kalabileceğimiz” konusuna “hazzın etkisini” araştırmışlar. Sonuçta haz olmadan, haz faktörü ciddiye alınmadan sağlığın keyfini sürmenin mümkün olmayacağı neticesine varmışlar.
Diyorlar ki: “Sağlıklı insanların pozitif ruh halleri ve haz beklentileri içinde olmaları bizi öyle şaşırtmıştı ki ortak özelliklerinin neler olabileceğini araştırmaya başladık. Genellikle hepsi iyimser ve mutlu insanlardı. Hangi zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar her şeyin yolunda gideceğini düşünüyorlardı. Güneşin doğuşunu seyretmek, eşleriyle ve çocuklarıyla havadan sudan sohbet etmek ya da evcil hayvanlarla oynamak onları mutlu ediyordu. Koleksiyon yapmak, berbat bile olsa tutkuyla keman çalmak (!) ya da lezzetli yemekler pişirmek gibi şeyleri büyük zevk alarak yapmaları bizi çok şaşırtmıştı… Mesleklerine, ailelerine bağlı, hobileri olan tutkulu insanlardı. Bu insanların bir başka ortak özelliği de başlarına gelen irili ufaklı talihsizliklere karşı bağışıklık kazanmış olmalarıydı. İş hayatında yaşadıkları kayıplar, başarısızlıklar ve aile yaşamlarındaki hayal kırıklıklarına karşı daima ayakta durmayı başarmışlardı. Kendilerinin özel olduğunu ve korunduklarını hissediyor gibiydiler. Geçmişlerle üzülmekten çok, parlak bir geleceğe odaklanıyorlardı. Çoğunun müthiş bir mizah anlayışı vardı. Hayatı fazla ciddiye almıyor; içlerinden geldiği gibi kahkahalarla gülüyor, kendileriyle de kolayca dalga geçebiliyorlardı. Birkaç haftada bir kanlarındaki kimyasalların oranını saydırmakla –tekrar tekrar tahlil/tetkik yaptırıp durmakla- ya da her an bir yenisinin önerildiği sağlıklı besinleri yemekle meşgul olmak yerine başkalarına, insanlara, hayvanlara, politik gelişmelere, sivil toplum örgütlerine ilgi gösteriyorlardı. Kendilerini hayatın bir parçası olarak görüyorlardı. Kendilerini kendi sağlıklarına adamış insanların aksine yaşama/hayata adamışlardı. Kısacası en sağlıklı insanlar haz odaklı, hazzı arayan, hazzı yaratan insanlardı. Sağlıklı olmanın anahtarı düşündüğünüzden hem daha basittir, hem de size daha yakındır. Sağlığın yolu sağlıklı hazlar peşinde koşmakla birebir bağlantılıdır.”
Benim tavsiyem mi? Başlıkta zaten yazılı: HAZZI ISKALAMAYIN !
BİR BİLGİ
ALKALİ DİYET ZAYIFLATIR MI?
Alkali diyet de tıpkı glutensiz diyetler gibi moda kilo verme yöntemlerinden biri haline getirilmek isteniyor. Alkali ağırlıklı beslenmekle kilo kaybı oluşturabileceğini ileri sürenlerin dayandıkları temel nokta ise şu bilgi oluyor: Alkali yiyecekler vücut asit baz dengesini alkali tarafa, asitli yiyecekler ise asit tarafa kaydırıyor. Eğer bu denge asit tarafa kayarsa şişmanlıktan kansere, şekerden hipertansiyona, kemik erimesinden kronik yorgunluğa kadar değişebilen bazı sorunlar ortaya çıkıyor. Tersine beslenme modelini alkali ağırlıklı hale getirir, örneğin size %70-80 alkali, %20 asit yükleyecek gıdalarla beslenirseniz vücut pH’nız alkali tarafa kayacağından yukarıdaki sorunlardan da, kilo almaktan da korunabiliyorsunuz.
Bu aslında kulağa hoş gelen bir yönlendirme ama arkasında bilimsel bir desteğin bulunup bulunmadığı bir hayli tartışmalı. Alkali diyetin eğer ısrarla ve dikkatle uygulanırsa bir miktar kilo kaybına yol açabilmesi gerçekten de mümkün ama kaybedilen kiloların uyguladığınız diyetin alkali olup olmamasıyla herhangi bir ilişkisinin olmadığı da kesin gibidir. Alkali diyet yapanlar tahıllı gıdaları ciddi ölçülerde sınırladıkları için kilo verirler. Çünkü tahıldan sınırlı bir beslenme planı hele hele şeker sınırlaması ile birlikte uygulandığında insülin seviyelerini düşürmekten ve depolanmış yağların daha hızlı azalmasına yardımcı olmaktadır. Kısacası alkali beslenmek genel sağlık önlemleri adına mantıklı görünüyor ama süreci bir kilo verme yöntemi olarak kurgulamanın en azından şimdilik bilimsel bir dayanağı yok. Bana göre aynı durum glutensiz diyetler için de söz konusu. Glutensiz diyet planlanmalarında da kilo verme sürecinin hızlanması mümkün, çünkü bu diyetlerde de ciddi bir tahıl ve tahıl ürünü sınırlaması söz konusu. Glutensiz diyet yapanlar “glutenden kurtuldukları için” değil, ”kalori bombası” ve “insülin avcısı” pirinç, buğday esaslı yiyecekleri (ekmek, pilav, makarna, pasta, börek, bisküvi, poğaça gibi) terk ettikleri için kilo veriyorlar.
Kaynak: