Özellikle son elli yılda, bütün dünyada ‘küreselleşmiş hayat tarzı yanlışı’ sorunu var ve bu hızla yayılıyor. Peki, sorun ne? Nerede hata yapıyoruz? Yok mu bu işin çaresi? Ne yapmalıyız?
Yorgunuz. Günün daha ilk yarısını tamamlamadan enerjimiz tükeniyor. Uyku sorunlarımız var. Önemli bir sorunumuz da kilo problemi. ‘Kilo fazlalığı’ nüfusumuzun yarısını ilgilendiriyor. Bağışıklığımızın eski gücünden uzak olduğu da kesin. Çok sık hastalanıyoruz. Kış boyunca hemen her evde birkaç kişi soğuk algınlığı, grip sinüzit, bronşit gibi nedenlerle istirahat ediyor.
Bitmedi! Sindirim sistemi şikâyetlerinde de artış var. Her beş kişiden birinin gastriti, reflüsü, her yirmi kişiden birinin kabızlığı veya diyaresi, her iki kişiden birinin de gaz sorunu olduğu belirtiliyor. Bazı hastalıklarda da artış söz konusu. Özellikle kanser vakalarında çoğalma olduğu kesin. Şeker hastalarının sayısında ise ‘patlama’ oldu; her beş kişiden biri gizli ya da açık diyabetli. Damar sertliği ve bağlantılı sorunlar (kalp ve beyin damar hastalıkları), kemik ve eklem problemleri (artritler, osteoporoz) yönünden de ciddi endişeler oluştu. Kısacası son on yılda sağlıkta olağanüstü başarılara imza atan bir ülke olarak gururluyuz ama hastalık oranlarının artışı bakımından da ciddi sorunlar yaşayan bir ülke haline geldiğimiz kesin.
Peki, ne oldu da bu duruma geldik? Sorun ne? Nerede hata yapıyoruz? Yok mu bu işin çaresi? Ne yapmalıyız?
GÜNAHLARIMIZIN BEDELİ
Öncelikle şunu söylememiz lazım: Bu sorunları sadece biz yaşamıyoruz. Hemen her ülkede –Avrupa’nın birkaç gelişmiş ülkesi hariç- aynı sorunlar var. Özellikle son elli yılda bütün dünyada ‘küreselleşmiş bir hayat tarzı yanlışı’ sorunu var ve bu Batı’dan Doğu’ya hızla yayılıyor. Kanatlarını Amerika’da çırpmaya başladı, ‘kelebek etkisi’ ile bir fırtınaya dönüştü, önce Amerika ve Avrupa’yı, sonra bizi de içine alan Ortadoğu coğrafyası ve Asya’yı kasıp kavuruyor.
Oysa ‘yaşam tarzı seçimlerimiz’ hayat kalitemizin belirleyicisi. Bu seçimlerin, özellikle beslenme ve aktiviteyle ilgili olanları ne sıklıkta hastalanacağımızın, hangi hastalıklara yakalanacağımızın karar vericileri. Yaşam tarzı seçimlerini sadece ‘beslenme ve aktivite’ ikilisi ile sınırlı değil. Uykumuz, ruhsal durumumuz ve daha pek çok faktör var.
Beslenme yanlışları
Her şeyden önce beslenme kültürümüzü değiştirdik ki, bu çok büyük bir günah. Bedenimiz daha önce hiç tanımadığı besinler ya da besinlerimizin içine bir şekilde girmiş toksik kimyasallarla karşılaşınca şaşırdı. Biyokimyamız değişti, metabolik süreçlerimiz toz duman oldu. Kolalı asitli, sentetik aromalı meşrubatlar, içinde ne olduğunu net olarak bilemediğimiz enerji içecekleri, hamburger, çizburger, kızarmış patates derken dokularımızı adeta kimyasal bir çöplüğe çeviren sentetik trans yağlar bizi zehirleyen şeylerden sadece bazıları. Çok iyi bilindiği üzere ne kadar dikkat edersek edelim yiyip içtiklerimizin içinde ve üzerinde ne kadar toksik kimyasal ve yapay hormon var, onu da bilmiyoruz.
YAŞAM TARZIMIZ DEĞİŞTİ
Özetle ‘neden daha sık hastalanıyoruz/bağışıklık sistemimiz neden zayıf/şeker hastalığı neden bu kadar yaygınlaştı/kanser neden büyük bir sorun haline geldi/dizlerimiz neden erken çöküyor, göçüyor/kemiklerimiz neden erken yaşlarda koflaşıyor/obezite, hipertansiyon niçin bu kadar yaygın bir sorun haline geldi’ sorularına yanıtı, önce yaşam tarzınıza ilişkin seçimlerinizde aramalısınız. Bir taraftan sigara içmeye devam edip diğer taraftan kolesterol düşürücü hap yutmanın hiçbir anlamı yok. Her bardak çaya üç şeker atıp şeker hapı yutmanın da faydasının olmayacağı kesin. Tuzlu da yemeye devam ederseniz yutacağınız tansiyon ilaçlarının beklediğiniz faydayı sağlamayacağını da garanti ederim.
AKLINIZDA OLSUN
Diş kontrolü önemli
En basit diş çürüklerinin bile sağlığı derinden etkilediğini unutmayınız. Kronik diş enfeksiyonlarının yaşlanmayı hızlandırdığını, özellikle kalp damar hastalıklarına zemin hazırladığını gösteren çok sayıda delil var. Ben dâhil çoğumuz yıllık diş bakımları konusunda yeterli hassasiyeti göstermiyoruz. Oysa dişlerin yüzeyleri üzerinde birikip plak haline gelen kütleler bize zarar verebilecek bakterilerin yuvalandığı inler haline gelebiliyor. Ayrıca diş eti hastalıklarına da zemin hazırlıyor. Bu nedenle yıllık sağlık bakımı dendi mi mutlaka ama mutlaka diş hekimini de ziyaret etmek zorunlu görünüyor.
PEKi ÇARE NE?
Benim önerim şu: Yeni bir yıl geliyor. Gelin yeni yılı sağlığınız için bir zıplama noktası yapın. Yeni yıla girmeden önce gidin bir sağlık ocağına, bir aile hekimine ya da gidin sizi izleyen doktorunuza, ona deyin ki “hayatıma yeni bir yön vermek istiyorum, bundan sonrası için yeni bir yol haritası belirlemeye kararlıyım. Sağlık durumum nedir anlamak, sağlık risklerim nedir farkına varmak ve bu riskleri yönetebilecek yeni bir plan yapmak isteğindeyim!”
Doktorunuz sizi bir güzel dinlesin, sorgulasın. Tansiyonunuzu ölçsün, kalbinizi, akciğerlerinizi dinlesin. Kolesterolünüze, demirinize, D ve B 12 vitamininize, şekerinize, insülininize, iltihaplanma işaretlerinize (hs-CRP), hormonal yapılanmanıza (TSH, testosteron, östrojen), potasyumunuz, kalsiyumunuz, sodyumunuz, magnezyumunuza baktırsın. Karaciğer, böbrek fonksiyonlarınızı kontrol ettirsin. Kalp akciğer kapasitelerinizi ölçsün. Görmenizi, işitmenizi değerlendirsin. Diş çürüklerinizi, diş eti hastalıklarınızı araştırsın ya da araştırtsın. Cinsel ve bilinçsel performansınıza ilişkin değerlendirmeler yapsın. Sonra da oturup size diğer meslektaşlarıyla işbirliği yaparak size yeni bir yol haritası ile yaşam tarzı tavsiyeleri listesi hazırlasın. Ne dersiniz?
Önleyici tıp şart
Başta Amerika olmak üzere pek çok ülkede hemen her üniversite ve hastanede önleyici tıp merkezleri açıldı. Biz bu konuda da hala beklenen duyarlılığı gösteremiyoruz. Oysa bilimsel veriler şunu net ve açık olarak gösteriyor ki, özellikle yüksek risk taşıyanlarda diyette ve fiziksel aktivitede yapılacak basit ve ortalama değişiklikler bile şeker hastalığı ve hipertansiyonun sıklığını düşürebiliyor. Vücut ağırlığında %5’lik bir azalmanın şeker hastalığına yakalanma olasılığını net ve açık olarak düşürdüğünü gösteren birçok veriye sahibiz. Koruyucu tıbbın kanseri önlemede de etkili olduğu kesin.
‘DOĞRU’ YİYİN
Hepatit B’ye karşı aşılanan biri yarın bir karaciğer kanserinden veya hepatit B enfeksiyonunun oluşturabileceği sirozdan da korunmuş oluyor. Benzer şekilde sadece düzenli aktivite yapmaya başlamanın–mesela her gün yarım saat yürümek gibi- prostat, meme ve kalınbağırsak kanserlerine yakalanma ihtimallerini azaltabildiği gösterildi. Değiştirilebilir kanser riskleri arasında beslenme yanlışlarının da olduğunu unutmayalım. Aşırı tuzlu ve tütsülenmiş gıdaların, hele hele çok sıcak yenilip içilen besinlerin ve de alkolün sindirim sistemi kanserlerine davetiye çıkardığını biliyoruz. Alkolün karaciğer, meme, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin riskini arttırdığı ile ilgili olarak net bulgulara sahibiz. Benzer şekilde birikmiş bulgular aşırı et ve et ürünü tüketiminin de kalınbağırsak ve makat kanseri olasılığını arttırdığını göstermektedir. Obez kişilerde de kansere maalesef beklenenden daha sık rastlanıyor.
SİR SORU
NE KADAR EGZERSİZ?
Cevaplanması istenen bir başka soru da şu: Ne kadar egzersiz yapmalıyız? Egzersizin zamanı ve süresi kişiye göre değişir. Ayrıca yaşın, mevcut sağlık sorunlarının egzersiz tipi ve yoğunluğu üzerinde etkisi var. Prensip olarak her gün otuz dakika orta düzeyde egzersiz genel öneridir. Çocuklar ve gençler için haftada en az iki gün 60’ar dakika orta düzeyde egzersizin faydaları biliniyor. Önerimiz orta yaş ve sonrasında günde en az 5 bin adım atmanız. Optimumu 7 bin 500, etkilisi ise 10 bin adımdır.
ŞEKER, TUZ VE YAĞ
Üç büyük beslenme günahımız var. Bilinçsizce, fazlaca hem de vurdumduymazca tüketiyoruz.
YILLIK şeker tüketiminin hızla arttığı, özellikle fruktoz bazlı şekerlerin çok tüketildiği ülkelerden biri olduk. Beslenme günahlarımız sadece şekerle sınırlı değil, kan şekerini süratle arttıran un/nişasta bazlı yiyecekleri de (mesela beyaz ekmek) fazla yemeye başladık. Bir diğer günahımız ise tuz! Kullandığımız tuzlar doğal değil rafine tuzlar. İçlerinde sodyumdan başka doğru dürüst mineral yok! Ayrıca ‘tuzkolik’ bir toplum olduk, günde 20 gramdan çok tuz tüketiyoruz.
Yağ seçimlerimizde de yanlışlar yapıyoruz. Bu konuda da ‘günahlarımız’ var. Bitkisel yağların –zeytinyağı hariç- çok fazla ve bilinçsiz tüketiyoruz. Ayçiçeği, mısır özü, pamuk, palmiye yağı gibi omega-6 deposu yağları inanılmaz bir bilgisizlik ve vurdumduymazlıkla tüketiyoruz. Bunda kızartma kültürümüzün de bir miktar etkisi var. Ayrıca endüstriyel gıdaları da sevmeye başladık. Hazır kremalar, soslar, mayonezler, sosis ve benzeri şarküteri ürünleri, pastane, fırın mamulü besinler, paketlenmiş şeker/un/yağ bombası cipsler, bisküviler, gofretler, her gün bir yenisi piyasaya verilen saçma sapan atıştırmalıklar da bedenimizi zorluyor.
Kaynak: